top of page
Yazarın fotoğrafıBambu Kültür

OYUN İÇİNDE OYUN VE “FRANKENSTEİN: 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN”

RUMEYSA ERCAN

            İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun 2023 yılında prömiyer yapan “Frankenstein: 32 Kısım Tekmili Birden” adlı oyunu, Mary Shelly’nin Frankenstein adlı romanından Sebastian Seidel tarafından uyarlanmış bir oyun. Türkçe çevirisi Yücel Erten tarafından yapılan oyunun yönetmen koltuğunda Mine Tüfekçioğlu otururken, Levent Aras ve Salih Bayraktar rolleri paylaşıyorlar. Dekor ve kostüm tasarımını Şirin Dağtekin Yenen, ışık tasarımını Akın Yılmaz, müzik tasarımını Ozan Demir ve hareket tasarımını koreograf Ali Ertekin üstleniyor.

            Mary Shelly’nin romanı bilindiği üzere genç bilim insanı Victor Frankenstein’ın ürettiği insanüstü varlık olan Frankenstein’ı konu alıyor. Tuhaf görünümlü ancak son derece akıllı ve giderek tehlikeli bir hale gelen yaratık Frankenstein, zamanla hem Victor’un ailesi hem de tüm dünya için bir tehdit oluşturmaya başlıyor. Romanda 19.yüzyılın önemli bir gündemi haline gelen bilim ve bilim insanı konusunun yanı sıra insanın yaratma cesareti ve kibri vurgulanıyor. Sebatian Seidel ise buradaki ana olay örgüsünü konu alarak sahnede Frankenstein’ı canlandıran bir kumpanyayı merkeze alıyor. Levent Aras tarafından canlandırılan Johannes ve Salih Bayraktar tarafından canlandırılan Fredrich karakterleri bir kumpanyanın oyuncuları rolünde karşımıza çıkıyorlar. Fredrich aynı zamanda kumpanyanın sahibi ve patronu iken Johannes yıllardır bu oyunu oynamaktan sıkılan ve anlamlılığı sorgulayan bir oyuncu. Seidel, tıpkı Victor’un Frankenstein’ı yaratarak ona her anlamda hükmedeceği yönündeki kibrinden yola çıkarak Fredrich ve Johannes arasında bir ilişki kuruyor. Victor, nasıl ki Frankenstein’ın yaratıcısı olarak kendini üstün görüyorsa, Fredrich de Johannes’i sokaktan kurtardığı, evinde kalacak yer verdiği ve onu kumpanyasında oyuncu yaptığı için kendini üstün görüyor. Fredrich’in sürekli başrol oynaması, Johannes’e emirler vermesi ve onu istemediği tüm rollere zorlaması bu ilişkiselliği görebileceğimiz en önemli noktalardan biri. Johannes artık bir şeylerin farkına vardığı için Fredrich’e, kumpanyaya, ona sunulan şartlara ve ekonomiye karşı durma çabasında. Oyunda bu trajik gerçekliğin yanı sıra, Fredrich’e göre daha duygusal olan Johannes’in sahnede aldığı roller veya ona verilmeyen roller üzerinden ilişkilerini sorgulama biçimi komediyi ortaya çıkarıyor.

            Şirin Dağtekin Yenen’in yapmış olduğu sahne tasarımında, sahnenin her iki yanında var olan antreler ve kulisler, orta bölümde hafif yükseklikte bir sahne ve üzerinde işlevsel dekorların bulunması, hemen yan tarafında bir reji masanın olması, oranın bir tiyatro olduğu izlenimini veriyor. Fredrich bu mekânın içinde ilk önce anlatıcı olarak konumlanıyor ve seyirciye burada birazdan oynanacak olan oyunu anlatıyor. “Oyun içinde oyun” yaratmayı hedefleyen rejide birinci düzlem olarak bu katmanı görüyoruz. Hemen ardından Johannes’ın sahneye zorla çıkması ile ikinci düzlemi oluşturan “oyun” anını, yani kumpanyanın da seyircilerle buluştuğu anı izlemeye başlıyoruz. Fakat buraya kadar bu durumu Seidel’in metninde olduğu gibi net bir şekilde algılamak zor. Johannes ve Fredrich Frankenstein’ın hikayesini canlandırırken çeşitli masklar, aksesuarlar veya kostümler ile karakterden karaktere giriyorlar. Fredrich üstün egosu ile sadece Frankenstein’ı ve onun babasını oynarken, Johannes kendine kalan rolleri zorla da olsa yapmaya çalışıyor. Johannes’in oynadığı roller üzerinden Fredrich’le hayatları hakkında sorgulamalar yapması üzerine rol değişimleri yaşanmaya başlıyor. İkili çoğu zaman güzel bir diyalektik yakalıyor olsa da Aras’ın karakter geçişlerinin sadece kostüm veya aksesuarla olmadığını, kendi bedeni ve sesinde de o karakterleri var edebildiğini söylemek mümkün iken Bayraktar için kimi zaman karakterleri ayırt etmek zor olabiliyor. Tam da bu noktada oyun içinde oyun meselesi biraz sekteye uğramaya başlıyor ve o iki ayrı düzlemi, bunlar arasındaki bağlantıyı anlamlandırmak zorlaşıyor. Zaten çoklu karakterlerle izlediğimiz oyuncular kimi zaman da baştaki gibi bir anlatıcı rolüne bürünerek seyirciyle doğrudan ilişki kuruyorlar. Peki burada muhatap oldukları seyirciyi kurmaca içindeki kumpanyanın seyircisi olarak mı görüyorlar, yoksa devlet tiyatrosunda kendilerini izlemeye gelmiş olan gerçek seyirciler olarak mı? Bana kalırsa her ikisini de aynı görmeleri, durumu biraz karmaşıklaştırıyor. Rejinin tercihinde dördüncü duvarı yıkmak varsa bunun işlevselliğinin daha aktif olarak kurulması ve kurmaca içindeki bağlamının iyi yerleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Belki oyunun en başında direkt sahnede değil de seyircilerin arasında gezinen bir kumpanya sahibi görmüş olsak, daha organik bir ilişkiyi yakalamamız mümkün olabilirdi. Oyunun akışında olay örgüsü ilerledikçe ve oyunun temposu arttıkça karakterlerin geçişleri giderek hızlandığı için sahnede yapılanlar anlamsallığını yitirerek sadece bir komedi ögesine dönüşebiliyor. Bu durum gerek yönetmenin sahneleme tercihinden gerekse oyuncuların oynama biçimlerinden kaynaklanıyor olabilir. Ancak ana hikâyenin -yani onların bir kumpanya olduğunun ve oynadıkları oyun özelinde hayati sorgulamalar yaptıklarının- daha fazla odakta tutulması ve Frankenstein’ın hikayesi ile bu ana hikâye arasındaki bağlantının daha net bir şekilde kurulması gerekirdi. Bu noktada oyundaki dramaturji çalışmalarının biraz eksik kaldığını söyleyebilirim. Ne yazık ki bu bağlam zayıf kaldığı için, kurulan “oyun içinde oyun” fikrinden ve metinde yer alan Victor- Frankenstein ilişkisi ile Fredrich- Johannes ilişkisi arasındaki paralellikten ziyade, sahnedeki aksiyonlar ön plana çıkıyor. Oysa metin, oyunculara dördüncü duvarı kırarak seyirciyle çok daha samimi bir ilişki kurabileceği, gerçekten orada bir kumpanyanın varlığını ve onların var olma çabasını inşa edebilecekleri bir alan açıyor.  Bir diğer taraftan metnin oyunculara açtığı bu alan günümüzdeki birtakım tiyatroların varlık gösterebilme sorunlarına da ayna tutabilecek nitelikte. Fakat bu durum belki kumpanya odakta kalmadığı için belki de Devlet Tiyatroları’nın genel politikası gereği çok da vurgulanamamış.

 

Tüm bunlara rağmen, Devlet Tiyatroları’nın klasik reji anlayışını ve sahneledikleri oyunları düşündüğümüzde bu oyunun çok daha çağdaş bir sahnelemeye ve dinamik bir akışa sahip olduğunu söylemek mümkün. Dekor, kostüm ve ışık tasarımı oyunun bütünlüğüne hizmet ediyor. Günün sonunda keyifli, eğlenceli ve gerçekten enerjisi yüksek iki hünerli oyuncuyu izlemiş olmanın hissini bırakıyor üzerimizde.

 

 

13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page